Showing posts with label Günün anlamı. Show all posts
Showing posts with label Günün anlamı. Show all posts

Tuesday, March 06, 2007

Emekliliğe Doğru Emeklerken

Kayıt altına alınarak çalışmaya başlayalı on yıl olmuş.

Yakın zamanda Figenciğim de emeklilik konusunda uzun uzun, özellikle de yurtdışında çalışanlar için oldukça faydalı olacak, yazılar yazdı. Ne tesadüf ki, onun bu yazıları benim bir Sosyal Sigorta numarası ile çalışmaya başlayışımın 10. yıl dönümüne denk geldi.

Daha vaktimin çok olduğunu düşündüğüm için 'ne zaman emekli olacağım' diye çok fazla kontrol yapmıyorum. Ancak, eğer primlerinizin ödenmesiyle ilgili tereddütleriniz varsa ya da 'elimin altında şu kayıtlar doğru düzgün bulunsun' derseniz, bağlı bulunduğunuz sosyal güvenlik kurumunun web sayfalarını ziyaret edin.

Ben arada bir buraya girip 'hala emekliyor muyum?' diye bakıyorum.

Bir yakınınız ya da istediğiniz herhangi bir kişinin, eğer TC kimlik numarasını, adını, soyadını, ana-baba adını, doğum yılını biliyorsanız sigorta tescil kaydının yapılıp yapılmadığını buradan öğrenebilirsiniz.

Ben SSK'ya kayıtlı olduğum için, burda söyleyeceklerim hep bu kurum üzerinden olacak. Gerçi ülkemizdeki üç kurum tek bir çatı altında toplandı ama yine de herkes kendi bağlı olduğu kurumdan bilgilerini öğrenebiliyor.

Her ne kadar pek çoğumuz içinde bulunduğumuz sistemi beğenmiyor olsak da o çook uzaktaymış gibi görünen günler bir gün geliverecek. Zaten hepimiz zamanın çok hızlı geçtiğini söylemiyor muyuz? İşte o gün geldiğinde, eğer biraz rahat yaşayalım diyorsak, bunu bugünden planlamamız gerekiyor.

Öncelikle 2 şartı yerine getiriyor olmamız lazım. Birincisi belirli bir süre boyunca (gün üzerinden hesaplanan) prim ödemek , ikincisi ise belirli bir yaşa kadar hayatta kalmayı becermek.

Eh bu prim günlerini de bir an önce doldurmak gerekiyor. Ama prim engelini atladıktan sonra bir de yaş engeline takılıyoruz. Primi doldurdum diye yan gelip yatamıyoruz, çünkü maaşımız bağlanmıyor. Biz de paşa paşa çalışmaya devam ediyoruz.

İşte burada her bir günün önemi büyük. Şimdi içinde bulunduğumuz ve çabucak geçen bu günlerde primler damlaya damlaya göl olmalı. Daha öncede söylediğim gibi primlerin takibi çok önemli, yasalar sigortasız çalıştırmayı engelliyor olsa da işverenin primlerimizi düzenli ödediğini takip etmek lazım.

O gün geldiğinde, bağlanacak maaşın aslında bugün yaşadığımız hayat tarzını sağlamayacağı aşikar. Benim gibi memur-işçi çocuğu olanlar zaten durumun içindeler.

Emekliliğe doğru emeklerken bazı kişisel girişimlerde de bulunmak lazım. Devletin bağlayacağı maaşın yeterli olmayacağını düşünerek şimdiden bireysel emeklilik sistemine dahil olunabilir. Benim dahil olduğum sisteme göre 2029'da emekli olacağım. Tabii bu sistem de ne kadar ekmek o kadar köfte hesabı yapıyor.

Bunlar derin mevzular, çok daldım çıkamıyorum şimdi.

Tüm bu söylediklerim işin parasal boyutu. Para çok kolay kazanılacağı gibi çok kolay da kaybedilebilir. Emeklilikte parasal olarak rahat etme konusu, içinde bulunduğumuz koşullar ve ve biraz da alacağımız yatırım kararlarıyla ilgili. Ama asıl mutluluğumuzun garantisi sanırım şimdiden sağlığımıza, hobilerimize, dostlarımıza yapacağımız yatırımlarda.

Umarım hepimiz mutlu birer emekli oluruz.

Friday, March 02, 2007

5 Dakika Ara

Oldu mu şimdi?

Hani 1 Mart 2007 tarihinde dünyanın neresinde olursak olalım 19:55 - 20:00 saatleri arasında 5 dakikalık şalterlerimizi indirecektik, kontaklarımızı kapatacaktık

Yaşayamadık 5 dakika elektriksiz.

Koskoca plazalardan sadece İş kuleleri indirmiş şalterlerini.

Önce apartmanda yöneticimize haber verip, tümden ana şalteri indirelim diye düşündüm ama bunu hayata geçirmek olası gözükmüyordu. Ben de kaptım mutfaktan bir sandalye ve sokak kapısının dışındaki ana sigortayı indirdim. 5 dakika sonra yine sandalye tepesindeydim ki karşı komşuya gelen misafirler hakkımda çok hayırlı düşünmediklerini gösterir şekilde bana baktılar.

Ne mi oldu bu 5 dakikalık karanlık içinde? Elimde bir mum, tüm odaları dolaştım, pencereden dışarı baktım. Bizim ev biraz yüksek rakımlı bir tepede, şehrin büyük bir bölümünü kolaylıkla görebiliyoruz. Dışarısı o kadar aydınlıktı ki, perdeleri açsam içerisi ışıl ışıl olabilirdi.

Diyelim ki 5 dakikalık karanlığa dayanamadık, peki başka şeyler yapamaz mıyız, şöyle basitinden...

Yaparız sanırım, öncelikle çocuklara israfın kötü bir şey olduğunu anlatarak başlayabiliriz. Bir kuşağın büyüyüp de tutumlu birer yetişkin olmalarını beklemez elbette felaketler. Ama bir umut olmalı değil mi?

Günlük yaşamda yapılabilecekleri herkes biliyor zaten.

Geçenlerde bizim mezunların "bol hareketli" listesine harika bir tasarruf önlemi mailli geldi. Şöyle ki:

Rezervuar Suyundan Tasarruf

Bu yıl kış, oldukça kurak geçti...
Yağışlar son yılların en düşük seviyesinde kaldı.
Ankara'da 3, İstanbul’da 8 aylık su rezervinin kaldığı ve yakında kesintilerin başlayacağı konuşuluyor.
İnanılmayacak kadar basit ama bir o kadar da zeki bir küçücük eylemle olağanüstü bir su tasarrufu sağlanabilir:
Tuvalet Rezervuarları 4-5 litre su alıyor...
Rezervuardan akan su 3 litre olsa da ayni isi görüyor...
Rezervuarin içine 1,5 litrelik DOLU bir pet sise koyun.
Her sifon çekişte 1.5 litre tasarruf etmiş oluyorsunuz !
Bunu milyonlarla çarpın...
Sağlanan su tasarrufunu düşünebiliyor musunuz?

Monday, November 06, 2006

5 Kasım 2006

Bu gün, Cumhuriyet tarihimizin siyaset hayatına önemli izler bırakmış olan Bület Ecevit vefat etti.

Ben kendisini, belki de diğer siyasetçilerden farklı bir tarafa koymama neden olan, sanatçı tarafıyla hatırlayacağım.

Bu gün e-posta kutuma düşen Ecevit'in bir şiiriyle, kendisine rahmet diliyorum. Toprağı bol olsun.

YARIN

birşeyler olacak yarın
duruşundan belli
kırdaki atların
bulutların koşuşundan belli
kazışından köstebeklerin toprağı
karıncaların telâşından belli

birşeyler olacak yarın
belki bir tomurcuk
belki bir ağacın düşen yaprağı
belki de bir çocuk

pek o kadar göremesek de uzağı
kuşların uçuşundan belli
birşeyler olacak yarın
öbürgünden önemsiz
yarından önemli

Bülent ECEVİT

Wednesday, November 01, 2006

Cumhuriyet'in Çılgın Kızı

Bugün mahkemede bir dava görülecek bakalım neler neler olacak.

"Bilime bu kadar düşmanlık niye?" diye soruyorum ve tek bir cevap buluyorum "okumuyoruz". Okumadığımız için de bilmiyoruz ama bilmediğimiz halde pek ala fikirlerimiz oluyor. Bize okulda hep, bir şey hakkında konuşacaksak önce onu iyice tanımayı öğrettiler. Karşıt görüşlere kabadayı misali saldırmak bir marifet değil ki... Ve tabi ki, inandığımız şeylere de körü körüne saplanmamak lazım, bunların da karşıtlarını bilmeden nasıl tek "doğru"nun bu olduğuna karar verebiliriz...

Hadi dava başlamadan, Muazzez İlmiye Çığ'ı tanımakla başlayalım biraz.

Vatan Gazetesi, 16.10.2006, Devrim Sevimay'ın yazısı burada.

Ayrıca, bu da güzel...

Dava sonuçlandı. Karar berat. Tartışmalara devam.

Tuesday, June 27, 2006

Mezun Olalı 10 Yıl Olmuş!


Geçen yıl mezunlar günü yazımın üzerinden hızla geçen zamanın ardından artık benim de 10. yıl madalyamı alma zamanım geldi. Umarım 20., 30. ve hatta 40. yıllarda da madalya almak kısmet olur. Okulumuzun kuruluşunun 50. yılı olması nedeniyle, yıl boyunca pek çok etkinlik vardı ve tabi ki bu özel yıl, 10 Haziran'da yapılan mezunlar gününün de ayrı bir atmosfere bürünmesine neden oldu. Öncelikle, yeniden stadyuma törenle girip, kürsüye çıkıp, madalyamızı en sevgili hocamızın elinden boynumuza takılması hayali gerçekleşemedi :( çünkü stadyum akşam için konsere haırlanıyordu :) Önce Levent Yüksel ardından Zuhal Olcay-Bülent Ortaçgil ikilisi sahne aldı ve son olarak da benim kuşağımın kızlarının çocukluk aşkı Erol Evgin sahneye çıktı. Çok eğlendik çoook. Hele bir de ayın gökyüzündeki renklerle dansı vardı ki görülmeye değerdi.

Ancakkkkk, yine sevgili bölümümüzdeki toplantımızda -ki 10 ve 20 yıl madalya törenleri bu yıl bölümlerde yapıldı- pek fazla mezun göremedik. İnanılır gibi değil ama sadece 10 yıl madalyasını alan 3 kişiydik. Eh böyle olunca biz de boynumuza madalyalardan beşibiryerde yaptık :))


Mezuniyetlerinin 30. ve 40. yıllarını kutlayan mezunlar için (bir de 1960 mezunları için) madalya töreni ise KKM'de yapıldı. İşte KKM'nin önündeki güzel kalabalık.


Umuyorum önümüzdeki zamanda mezun-bölüm dayanışmamız daha da kuvvetlenir.

Wednesday, May 17, 2006

Şampiyon CimBom

Bu Fotograf da Şampiyonum Cimbomuma....

İstanbul Laleleri bile Galatasaray'ı tutuyordu 22 Nisan günü bu fotografı çektiğimde :))

Bu fotograf da son dakikaya kadar heyecanı dorukta tutan sevgili Fenerbahçe'ye:

Wednesday, January 25, 2006

Her Yerde Kar Var


2001-2002 kışında yine böyle çok kar yağmıştı ama sadece bir gün sıkıntı çekmiştik. Bir de hatırladığım kadarı ile 1991-1992 kışında hazırlık sınıfında okurken böyle bir kış yaşamıştık Ankara'da. O zaman da sadece mid-term sınavım ertelenmişti. Hoş ben sabah servisi ile gidebilmiştim kampüse ama daha sonradan kar yağışını artması sebebiyle o gün tüm sınavlar iptal olmuştu. Ankara'da karın en çok yakıştığı yerlerin başında gelir bizim okulun yerleşkesi. Hatırlıyorum da o zamanlar mimarlık fakültesi öğrencileri kardan koca koca heykeller yaparlardı bahçeye. Aklımda en çok da aslan başlı heykel kalmış. Bizim gibi sanatsal yetenekleri daha az gelişmiş olanlar ise KardanAdam yapmakla yetinirdi.

Pazartesiden beri hergün kar yağıyor, arabayı çıkaramıyorum ama taksiyle gelip gitmek de pek bir rahat geliyor. Buna alışmasam iyi olacak zira benim tutumlu arabamın bir aylık benzin parasını bir haftada taksilere vermiş olacağım. Üç gündür hep aynı taksi şoförüne rastlıyorum sabahları. Şoförn bugünkü tavsiyesine uyup akşam eve gidince arabamı onbeş dakika çalıştıracağım, umarım donmamıştır ya da aküsü boşalmamıştır.

Buradaki forograf dün öğleye doğru bizim ofisin ikinci katından çekildi. Şimdiye değin Gençlik Caddesini hiç böyle görmemiştim. Bugün yerlerdeki karın miktarı iyice artmış durumda ve kar yağmaya devam ediyor. Umarım bugün de eve sağ-salim ulaşabiliriz.

Günün Şarkısı:

Her yerde kar varrrr
Kalbim senin bu geceee

Hadi bugün herkes çocukluğunu hatırlasın, çıksın dışarı kaysın, gece yarısına değin kartopu oynasın, kardanadam yapsın...

Çocukluğunu unutmuş anne-babalar tavsiye: Bırakın çocuklarınızın da güzel kış anıları olsun.

Wednesday, January 11, 2006

KURBAN BAYRAMI - NASIL BİR İBADET?

Bugün kurban bayramının ikinci günü. Özellikle dün bütün gün televizyon kanallarında yıllardır alışık olduğumuz görüntüler vardı; kıpkırmızı akan dereler, meraklı çocuk bakışları, pislik içinde kurban edilen hayvanlar.......

Herkesin haklı olarak şikayet ettiği şeyler değil bu yazının kaynağı. İnanç ile tanrıya ulaşma ile ilgili bazı şeyler yazmak istedim. Kendimi oldukça inançlı bulmakla beraber, tanrıya ulaşma adına izlenen YOLlar bana pek uymuyor. Takip edilen YOLun diğer detayları bir yana, günün anlam ve önemi bakımından satırlarımı sadece kurban bayramı(!) ile sınırlayayım.

Aslında tüm bayramlar dayanışma adına oldukça önemli. Kitleleri belirli kurallarla, doğruya yöneltmek gerekiyor. Bayramlar da bu amaç için çok çok önemli. Elimizde tuttuğumuz imkanları muhtaç olanlarla paylaşmamız, onları incitemeden, gerekli özen ve gayretle bunu yapmamız gerekiyor. Eh bunu da insanlara anımsatmak gerekiyor. İşte bayramlar bu nedenle, toplumun hafızasını tazelemek için iyi birer araç. Ama ne yazık ki, hayatın bize olduğundan daha az cömert davrandığı kişileri hatırlamak için bazen bayramlar bile yeterli olmuyor. YOLun ulaşacağı hedefi unutup, YOLun kendisine tapıp duruyoruz.

Tanrıya giden YOLun kalbimizden geçtiğini unutuyoruz çoğu zaman. Şekli şemali ayrı bir yerlerde çizilmiş, kalbimizin kıyılarından bile geçmeyen, ulaşacağı hedefi çoktan şaşırmış bir YOLun kayıp yolcularıyız artık. Yeryüzünün hakim varlıkları olarak, tam olarak ne için yaptığımızın farkına varmadan üstlerinde gücümüzü gösterebileceğimiz hayvanların kanını akıtıyoruz. Amaç eğer muhtaçlara yardımda bulunmaksa, bağışlayalım bunun karşılığını (çok istiyorsak ölçü birimi olarak bir koyunun ederini kullanabiliriz) yapalım ibadetmizi. Tanrı eğer bizim daha iyi insanlar olarak, muhtaçlarla elimizdekileri paylaşmamızı istiyorsa bunun yollarını kalbimizin sesini dinleyerek bulabiliriz. Elbette, uygun biçimde kurban kesip, eti muhtaç kişilere dağıtabiliriz, ama gerçekten böyle bir YOL izlemeye gerek var mı? Günümüz şartlarında bunu gerçekleştirmek ne kadar olası? Kurban etleri asıl amaca hizmet etmiyor. Çoğu kimsede görüyorum, etler ya derin dondurucularda saklanıp uzun aylar boyunca tüketiliyor ya da gerçekten ihtiyacı olmayan yakın çevreye (komşular, akrabalar) dağıtılıyor. Hedef şaşmış bir kere, ok da yaydan çıktığına göre, birileri kurban olacak ister istemez. Kurban kesmedik diye komşulardan biri bize et getirdi. Bu oldu mu şimdi, biz muhtaç mıyız, evimize et alamayacak durumda mıyız? Bu etin asıl gitmesi gereken onca insan varken bize gelmesi, hedefin şaşması değil mi? Bu muydu tanrının istediği? Eğer bir ibadette bulunacaksak önce kalbimizden geçen yola yönelelim, ulaşmak istediğimiz tanrının sesini mutlaka orada duyacağız.

Aklımıza bayramlarda geliyorsa bayramlarda ya da ne zaman geliyorsa o zaman, misyonuna inandığımız bir vakıfla imkanlarımızı paylaşmak gerçekten hedefin çok mu uzağında? Çıkıp muhtaçları tespit etmek, tek başımıza yapacağımız bir iş değil. Tek yapabileceğimiz bir organizasyona katılmak. Organize İşer Bunlar...Bir koyun parası etmese de LÖSEV'e bağışta bulunuyorum ben. Uzun süredir neredeyse tüm mali işlerimi internet üzeriden hallediyorum. Bağışlarımı da internet bankacılığı kanalı ile çeşitli vakıflara yapıyorum. Sanırım tüm bankaların internet şubelerinden kolaycacık bağış yapmak mümkün. Eğer kurban bayramı münasebeti ile bir bağışta bulunacaksanız isterseniz gerçekten de kurban kesilmesini isteyebiliyor ve etlerin bağış yaptığınız vakıfın hedef kitlesine ulaştırılmasını sağlayabiliyorsunuz. Ya da benim tercih ettiğim gibi isterseniz gönlünüzden kopan miktarın o inandığınız vakfın uygun gördüğü şekilde kullanılmasını tercih edebiliyorsunuz.

LÖSEV dışında bağış yaptığım kurumlardan biri de TEV. Hani hep e-card'ların ruhsuzluğundan bahsediyoruz, karşı taraf okuyup siliveriyor, geriye birşey kalmıyor diyoruz ya, bizi bu mızmızlanma halinden TEV'in sayfasındaki e-card'lar kurtarıyor. Buradan sevdikelerinize bir e-card yollamak istediğinizde karşınıza bağış yapabileceğiniz (hatta e-card yollamaktan daha basit) bir sayfa çıkıyor. Sevdiğiniz kişi bu kartı aldığında ona da bağış yapabilmesi için bir hatırlatma yolluyorsunuz. Bağış yapmadan kart yollamış olsanız bile onca atılan anlamsız e-postayı düşünürsek (özellikle de bilmem kaç gün için de bilmem kaç kişiye gönderirsen şansın açılacak vari mesajlar) en azından bir misyon gerçekleştirmiş oluyorsunuz.

Geçtiğimiz haftalarda yaptığım bir bağış için UNICEF'ten gelen mektup beni çok duygulandırdı. UNICEF gibi kurumlara sadece para aktararak bağış yapmıyorsunuz. Çok güzel hediyelik eşyalar ve kartlar satıyorlar, hem sevdiklerinizi sevindiriyorsunuz hem de muhtaçlara elinizi uzatıyorsunuz. Özel günlerde gelen tebrik kartlarına hep acımışımdır, en fazla bir kaç gün masanızda durup çöpe atılırlar. Düşünün bazı kurumlar binlerce tebrik kartı yolluyor, ne yazık ki bunlardan çok azı sosyal sorumluluk taşıyor. Oysa ki, TEMA, ÇYDD, UNICEF ve daha pek çok vakıf ve dernek, onlardan alacağınız kartlara istediğiniz mesajı basıyor. O güzel kartlar eninde sonunda çöpe gidiyor olsa da harcadığınız paranın bir kısmı en azından çöpe gitmiyor.

Bu konu da o kadar çok şey var ki yazılabilecek, ama biliyorum ki öz konuşmak her zaman hedefi tutturmak için en iyi yoldur. Bu yazıyı kalbimden geçen yol üzerinde yazdım. Umarım bunu okuyan hiçkimseyi incitmemişimdir.

Sosyal sorumluluk bilincimizin gitgide artacağı nice bayramlar dilerim.

Bayram Şarkısı:

Bu gün Bayram,
Erken kalkın çocuklar,
Giyelim en güzel giysileri,
Elimizde taze kır çiçekleri
Üzmeyelim bugün annemizi.

La la la laaaaaaaa

Not: İbadet denilen şey "yok şöyle yaptım yok böyle yaptım diye anlatılmaz" diyenler olabilir. Doğrusu ben de buna katılıyorum ancak, eğer bu yazıyı okuyup da bir vakfa ya da derneğe (ister verdiğim linkler olsun ister olmasın) bir kişi bile 1 ytl bile bağışlasa ne mutlu bana.

Thursday, December 22, 2005

************

YENİ YIL, YENİ YIL, YENİ YIL, YENİ YIL
SİZLERE KUTLU OLSUN...

2005'in sonlarına yaklaşırken, bu gün dilimde çocukluk şarkılarımdan biri var.

Doğrusu tam olarak hatırlamıyorum ama bu şarkıyla ilgili çok neşeli imgeler var aklımda.

Herkese gönüllerince geçirecekleri yeni bir yıl dilerim...

Monday, June 27, 2005

MEZUNLAR GÜNÜ

Seneye alacağımız 10. yıl madalyamız için bu yıl yerinde bir tatbikat yapalım dedik.

Sevgili Benian'ın eşi Sarp'ın bu yıl ilk kez madalyasını alacak olması, bunun için harika bir fırsat sundu bize. 26 Haziran'da limonata bir günde yaptık provamızı.

Ben bu sene Benian gelemez diye düşünüyordum ama karnı burnunda olduğu halde geldi. Ben ondan daha çok heyecanlandım her an bebek gelecek diye. Birkaç güne kadar Bade'nin bir kardeşi olacak. Hepimiz Batu'ya hoşgeldin demek için bekliyoruz.

Gerçi biz Beniancığımla her yıl mezunlar gününe katılmaya çalışıyoruz. Ama maalesef bölümümüz a-sosyal bir tavır sergiliyor bu konuda. Bu yıl dokuzuncu yılımı dolduruyorum ama bölüm toplantımızda en GENÇ mezun bendim... Düşündürücü....
Neden sosyologlar bu kadar uzak bölümlerine, okullarına???

Artık bölümden mi yoksa okuldan mı kaynaklanıyor, bu katılım düşüklüğü bilemiyorum. Pek çoğumuzun en güzel yıllarını geçirdiği bu mekana her fırsatta gitme arzusu varken (sanırım), niçin böyle özel bir günde, bölümde sadece bir avuç insan toplanıyor?

Bu soruna sadece mezunlar tarafından da bakmamak lazım, şimdi sayısını bilemeyeceğim öğretim üyelerimizden de sadece 4-5 hocamız vardı bölüm toplantımızda : ( Sevgili Sündüs bizim öğrenciyken de çok kahrımızı çekmişti, şimdi de bu özel günde bizi yalnız bırakmadı.

Alıştığım üzere, O gün gözüm hep Sibel hocayı aradı. O, öğrenciliğimiz boyunca bizim için her zaman en şefkatli, en sevecen, en anne hocamızdı. Öğrendim ki bir sağlık sorunu nedediyle bu sefer bizimle olamamış. Acil şifalar diliyorum sevgili Sibel hocamıza. Tüm iyi dileklerimiz hep sizinle SEVGİLİ HOCAM. Gelecek yıl madalyamı sizin elinizden alacağım.

Gelecek yıl '96 mezunları olarak daha kalabalık bir ekip oluşturacağımızı umuyorum . Ayrıca, bizden sonra mezun olan tüm sevgili bölümdaşlarımı da seneye mezunlar gününde görmek isterim, hem prova yapmış olurlar, biz bu sene yaptık çok güzel oluyor....

Tuesday, May 24, 2005

19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı


Eymir II Posted by Hello

19 Mayıs resmi tatili perşembeye gelince bizim ofis cuma gününü de tatil etti ve bize de dört günlük bir tatil doğdu. Ancak ben deniz hala on günlük İstanbul seyehati yorgunu olduğum için, tamamen duygusal sebeplerle : ) kendimde şehir dışına çıkacak gücü bulamadım.

Bayramın adına yaraşır biçimde, 19 Mayıs günü (annemin de ısrarıyla) sabahın 06.30'unda uyan-dırıl-dım. 07.00 civarı evden çıkarak 15 dk. sonra kendimizi ODTÜ ormanının Oran mevkiinde bulunan arazisinde bulduk. Arabanın arkasında her zaman bir katlanır koltuğum (geçen yıl real'den 14 milyon Tl'ye almıştım) olduğu için, anneme "ben oturup kitap okuyacağım sen yürüyüşünü yap" dedim.

Ormana girişte annem baktı ki, benim tempom bayramın adına yaraşmıyor (erken kalkmak bir marifet değilmiş) beni bırakıp gitti. Fotograf makinam da yanımda olunca o böcek senin bu ağaç benim diye yürüyüşüm epey bir hız kaybetti doğal olarak. Bir de sırtımda içinde sandalyem olan kocaman bir çanta, fotograf makinası ve içinde bilumum yürüyüş için gerekli : ) malzemenin olduğu başka bir çanta ve diğer elimde de kitabım olunca (yeterince bahane saydım sanırım).... haklı olarak ben daha ağır ve bir o kadar da keyifli bir doğa yürüyüşü yaptım.

Epey bir ilerlemiştim ki ağaçların altında küçük bir köpek boyutunda kahve rengi bir hayvan gördüm. Ne olduğunu anlamaya kalmadan koca kulaklı sevimli tavşan zıplayarak önümden geçti gitti (tabi biz alışmışız "pet-shop"larda el kadar pamuk gibi tavşanlara. Acıyorum doğrusu şehir çocuklarına). O gün kaç kişi görebilmiştir bu tavşan ile arkadaşını merak ediyorum. Tabii ben fotoğraf çekeyim diyene kadar tavşan epey bir uzaklaştı. Yine de dikkat ederseniz görebilirsiniz aşağıdaki fotografta.



Ben bu kadar oyalanıp, konuşlanacağım yere epey bir sonra ulaşıp da kitabımı okumaya başladıktan 5-10 dk. sonra annem ilk turu bitirip yanıma geliverdi. Herhalde temiz hava yaramış olacak ki kendisi de bu kadar hızlı yürüdüğüne şaşırdı. Ara vermeden diğer bir patikaya yöneldi. Bu arada üsteki fotograf oturduğum yerden önüme serilen tablodur (aşağısı biraz dik bir arazi, buradan bir keresinde yürüyerek göle inip-çıkmıştık). Eymir Gölü ODTÜ arazisi içinde bulunan ve okulun kürek takımı ile bazı yeme-içme mekanlarının olduğu bir yer. Çevresi yaklaşık 8 km. Zamanında bu mesafeyi yürüyerek tamamlamışlığım vardır. Ameliyat olmuşum da şu zavallı ayaklarım dinlenmiş biraz....



Efendim uzatmayayım, bu oturduğum yer, burada spor yapan Ankaralıların bir-iki dk. mola verip manzarayı seyrettikleri bir nokta olunca, gelen geçen bana pek bi imrenerek baktı, bazıları ile kısa sohbetler de yaptık. Bu arada kitap okumak pek mümkün olmadı tabii. Baktım annem ikici turu da tamamlamış ama ben hala kitabın başladığım bölümünü bile bitirmemişim, annemi bir tur daha atmaya daha ikna ettim de en azından başladığım bölümü bitirdim. Daha sonra annemle arabada buluştuk. 8.30 gibi eve gidip güzel bir kahvaltı hazırladık............

Ertesi gün annem "sen beni yürürken yalnız bırakıyorsun" diye, ormana yürüyüşe gideceğimizi komşulara da haber verdi. Bu sefer grup dört kişi oldu. Kelebekli fotograf işte o gün 20 mayıs tarihinde çekildi. Ben yine aynı mekana tezgahı kurup huzur içinde kitabımı okudum.



Bir 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'nı daha ruhuna uygun bir biçimde kutlamış olduk. Şimdi takvime baktım, gelecek yıl 19 mayıs cumaya geliyor : ) Umarım o gün için de burada güzel bir yazı paylaşırız...

Hep genç kalın, spor yapın (sadece bayramlarda hatırlanmak istemiyoruz!)