Her yıl bir umut "bu yıl başıma gelmeyecek" diyorum. Ama nafile, yine kapılıyorum ona, her bahar olduğu gibi...
Sarhoş gibi başım dönüyor, içim gıdıklanıyor, her baharda karşılaştığım bu yabancıya karşı yine gardımı alamıyorum.
Hep en sevilenler midir, bizi en savunmasız bırakan?
Her bahar olduğu gibi, yine başıma gelecekleri bildiğimden, bu sefer farklı önlemler alayım dedim. Duyu organlarımdan en hassasını, her sabah bakımdan geçirdim.
Kapıya dayanmıştı bir kere, 10 gün boyunca alınan önlemler kar etmedi. Açtım kapıları, buyur ettim, yüzleşme zamanı çoktan gelmiş olanı...
Anlatamıyorum bedenime, "bu yabancı değil" diye, kabullenemiyor bi türlü.
Beni daha beter edip, ateşlere sarıp, hülyalara salmasına ramak kala aramıza duvarlar koydum. Daha bir kaç ay gitmez buralardan, hiddetlenip savunma duvarlarımı yıkmaya çalışacaktır bilirim.
Ama geçeceğini de bilirim, bildiğim içindir ki sabredebilirim. Her şey bittiğinde ise tüm bunlara sevdiğimin sebep olmasıdan dolayı hem üzülür hem de tekrar gelişini beklerim.
Ne çelişkili bir ilişkidir bu benimle bahar arasında yaşanan... Aynı derde düşenlerden henüz derman bulan olmadığından, daha uzun süreler bahar allerjimle birlikte yaşayacağız anlaşılan.
Bilmek değildir bir gerçeğin içinde olmak. Yoksa deniz konusunda, coğrafyacılardan, deniz bilimcilerden daha bilgili olurdu balıklar. B. Shaw
Showing posts with label Sağlık. Show all posts
Showing posts with label Sağlık. Show all posts
Wednesday, April 11, 2007
Monday, November 20, 2006
Kılçık Meselesi
Hep olmadık şeyler beni bulur…
Mesela, pek çok doktorun bile hayret ettiği bir kolestrol değerim var, normal alt sınırın %50 daha altında. Bu duruma, henüz anlamlı bir açıklama getirebilen birine rastlamadım, genelde “ne istiyorsun işte, herkes yüksekten şikayetçi” deniliyor.
Son İstanbul maceramda pek çok resmi yemeğe katıldım. Bunlardan birinde İstanbul’un oldukça iyi bilinen bir restaurantında, daha yemeğin başlangıcında gelen füme balık tabağında –ki bu tür bir tabakta balıklarda kılçığa rastlanmazmış- birden boğazıma bir şeyler saplandığını hissettim. Tüm yutma gayretlerim -daha sonra doktordan öğrendiğime göre- durumun daha vahim olmasına neden oldu. Ekmek yuttum, sanırım o gün yemekte en çok ekmek yiyen ben oldum :), bir sürü sıvı tükettim, löp löp brokoli yuttum, bunlar kar etmeyince tuvalet koşup malum şeyi yaptım :( olmadı… Masada hemen yanımda oturan Arjantinli konuk, durumun ciddiyetini bildiği için mutlaka sabah bir doktora görünmemi tavsiye etti.
Sabah uyandığımda, boğazımı fena hissetmiyordum ama kahvaltıya oturup bir şeyler yiyince tekrardan şiddetli batma hissettim. En yakın hastaneye gittik hemen, acile mi gidelim yoksa polikliniğe mi derken, randevumuz olmadığı halde bizi hızlı bir şekilde polikliniğe aldılar. Bence hasta kabul bölümünde konunun ciddiyetinin anlaşılması çok önemli. Mesela, başka bir durum için burada bir hastanenin randevu merkezini arıyorum, durumunun önemini bir türlü kavrayamıyor karşıma çıkan ve bana neredeyse 1 hafta sonrasına randevu vermeye çalışabiliyor.
Kısa bir beklemenin ardından doktor beni muayene etmeye başladı. Normal muayene yöntemiyle boğazımda bir şey göremeyince burundan endoskopi yapmaya karar verdi. Pranayı doğru kullanmanın yararının çok gördüm bu işlemler sırasında. Kılçığı almaya çalışan doktorum operatör olmasına rağmen tek başına sorunu çözemeyince, yaşı itibariyle daha tecrübeli olan bir doktorla birlikte müdahale yapmak üzere öğleden sonra tekrar bana randevu verdi. Tekrar hastaneye gittiğimizde, yine uzun bir mücadele yaşadım. Bir insana nasıl işkence yapılır derseniz, “bir yandan dilini dışarı doğru çekin, diğer yandan burnundan içeri bir hortum sallayın ve bu arada boğazından içeri sivri bir cisim sokun” derim. Uzun uğraşlara rağmen sonuç alınamayınca, ameliyathanenin yolu gözüktü ama ben olmaması için ısrar edince, operasyonu perşembeye öteledik. Şimdi anlıyorum ki yiğitlik yapmanın hiç alemi yokmuş.
Perşembe öğleden sonra, doktorla randevuma sadık kalmayıp, aldım kılçığımı Ankara’ya döndüm. Cuma günü hala yiğitlik pozlarındaydım ve doktora görünmeye pek niyetli değildim. Bir arkadaşımın beni biraz korkutması üzerine KBB’den randevumu aldım. Yıllardır benim bahar alerjimle ilgilenen doktorum Levent bey ile 16:00 civarında buluştuk. Ona olayın geçmişini anlattım. Bu kadar dayandığıma şaşırdı. Ateşimin hala çıkmamış olması iyi bir işaretmiş. Normal muayene ile göremeyince kılçığı, boğazdan endoskopi yapmaya karar verdi. Kusma refleksini önlemek için önce boğazımı uyuşturdu. Biraz sonra yutkunamamaya ve boğazımın şiştiğini hissetmeye başladım, korktum ama normalmiş böyle olması. Sonra endoskopinin bağlı olduğu ekrandan dil köküme yerleşmiş olan kılçığı gördük. Tek başına hem endoskopiyi tutup, hem dilimi dışarı doğru çekip hem de uzun cımbız gibi bir makasla kılçığı yakalaması mümkün olmadığından (sonunda adam bir ahtopaot değil) başka bir doktoru yardıma çağırdı. İkisi bir arada yaklaşık 45 dk. uğraştılar, sonuç alamayınca yine bana ameliyathane yolları görünmüştü ki, benim “peki sonra arabama atlayıp gidebilir miyim?” soruma “hayır bu geceyi burada geçireceksiniz, operasyonu daha fazla erteleyemeyiz” cevabı, zaten bedenen sarsılmış beni, bir kez de psikolojik olarak sarstı. Üstüne üstlük yalnızdım, kimseye haber vermemiştim, aptalca yiğitlik yapıyordum. Tüm bunlar devam ederken, artık boğazımdaki uyuşukluk da geçtiğinden, işlemleri iyiden iyiye hisseder olmuştum. Ameliyathane kararına rağmen, doktorum son bir hamle yaptı veee kılçık çıktı, şükürler olsun.
Bazen bu kadar da canı pek olmamak lazımmış diyorum, bu olay bana bunu öğretti. Hele bir de doktorumun, operasyon tamamlandıktan sonra, bu kadar beklemem nedeniyle ve işlemin yapılmaması halinde başıma gelmesi muhtemel durumları anlatması iyiden iyiye aklımı başıma getirdi. Boğazımdaki tahrişin dışında hala moralim çok bozuk, öncelikle kendimi ciddiye almadığım ve belki de bu yüzden çevremdeki “bazı” kişilerin anlamsız tepkilerine maruz kaldığım için.
Ne “kılçık” olaymış yaaa…
Mesela, pek çok doktorun bile hayret ettiği bir kolestrol değerim var, normal alt sınırın %50 daha altında. Bu duruma, henüz anlamlı bir açıklama getirebilen birine rastlamadım, genelde “ne istiyorsun işte, herkes yüksekten şikayetçi” deniliyor.
Son İstanbul maceramda pek çok resmi yemeğe katıldım. Bunlardan birinde İstanbul’un oldukça iyi bilinen bir restaurantında, daha yemeğin başlangıcında gelen füme balık tabağında –ki bu tür bir tabakta balıklarda kılçığa rastlanmazmış- birden boğazıma bir şeyler saplandığını hissettim. Tüm yutma gayretlerim -daha sonra doktordan öğrendiğime göre- durumun daha vahim olmasına neden oldu. Ekmek yuttum, sanırım o gün yemekte en çok ekmek yiyen ben oldum :), bir sürü sıvı tükettim, löp löp brokoli yuttum, bunlar kar etmeyince tuvalet koşup malum şeyi yaptım :( olmadı… Masada hemen yanımda oturan Arjantinli konuk, durumun ciddiyetini bildiği için mutlaka sabah bir doktora görünmemi tavsiye etti.
Sabah uyandığımda, boğazımı fena hissetmiyordum ama kahvaltıya oturup bir şeyler yiyince tekrardan şiddetli batma hissettim. En yakın hastaneye gittik hemen, acile mi gidelim yoksa polikliniğe mi derken, randevumuz olmadığı halde bizi hızlı bir şekilde polikliniğe aldılar. Bence hasta kabul bölümünde konunun ciddiyetinin anlaşılması çok önemli. Mesela, başka bir durum için burada bir hastanenin randevu merkezini arıyorum, durumunun önemini bir türlü kavrayamıyor karşıma çıkan ve bana neredeyse 1 hafta sonrasına randevu vermeye çalışabiliyor.
Kısa bir beklemenin ardından doktor beni muayene etmeye başladı. Normal muayene yöntemiyle boğazımda bir şey göremeyince burundan endoskopi yapmaya karar verdi. Pranayı doğru kullanmanın yararının çok gördüm bu işlemler sırasında. Kılçığı almaya çalışan doktorum operatör olmasına rağmen tek başına sorunu çözemeyince, yaşı itibariyle daha tecrübeli olan bir doktorla birlikte müdahale yapmak üzere öğleden sonra tekrar bana randevu verdi. Tekrar hastaneye gittiğimizde, yine uzun bir mücadele yaşadım. Bir insana nasıl işkence yapılır derseniz, “bir yandan dilini dışarı doğru çekin, diğer yandan burnundan içeri bir hortum sallayın ve bu arada boğazından içeri sivri bir cisim sokun” derim. Uzun uğraşlara rağmen sonuç alınamayınca, ameliyathanenin yolu gözüktü ama ben olmaması için ısrar edince, operasyonu perşembeye öteledik. Şimdi anlıyorum ki yiğitlik yapmanın hiç alemi yokmuş.
Perşembe öğleden sonra, doktorla randevuma sadık kalmayıp, aldım kılçığımı Ankara’ya döndüm. Cuma günü hala yiğitlik pozlarındaydım ve doktora görünmeye pek niyetli değildim. Bir arkadaşımın beni biraz korkutması üzerine KBB’den randevumu aldım. Yıllardır benim bahar alerjimle ilgilenen doktorum Levent bey ile 16:00 civarında buluştuk. Ona olayın geçmişini anlattım. Bu kadar dayandığıma şaşırdı. Ateşimin hala çıkmamış olması iyi bir işaretmiş. Normal muayene ile göremeyince kılçığı, boğazdan endoskopi yapmaya karar verdi. Kusma refleksini önlemek için önce boğazımı uyuşturdu. Biraz sonra yutkunamamaya ve boğazımın şiştiğini hissetmeye başladım, korktum ama normalmiş böyle olması. Sonra endoskopinin bağlı olduğu ekrandan dil köküme yerleşmiş olan kılçığı gördük. Tek başına hem endoskopiyi tutup, hem dilimi dışarı doğru çekip hem de uzun cımbız gibi bir makasla kılçığı yakalaması mümkün olmadığından (sonunda adam bir ahtopaot değil) başka bir doktoru yardıma çağırdı. İkisi bir arada yaklaşık 45 dk. uğraştılar, sonuç alamayınca yine bana ameliyathane yolları görünmüştü ki, benim “peki sonra arabama atlayıp gidebilir miyim?” soruma “hayır bu geceyi burada geçireceksiniz, operasyonu daha fazla erteleyemeyiz” cevabı, zaten bedenen sarsılmış beni, bir kez de psikolojik olarak sarstı. Üstüne üstlük yalnızdım, kimseye haber vermemiştim, aptalca yiğitlik yapıyordum. Tüm bunlar devam ederken, artık boğazımdaki uyuşukluk da geçtiğinden, işlemleri iyiden iyiye hisseder olmuştum. Ameliyathane kararına rağmen, doktorum son bir hamle yaptı veee kılçık çıktı, şükürler olsun.
Bazen bu kadar da canı pek olmamak lazımmış diyorum, bu olay bana bunu öğretti. Hele bir de doktorumun, operasyon tamamlandıktan sonra, bu kadar beklemem nedeniyle ve işlemin yapılmaması halinde başıma gelmesi muhtemel durumları anlatması iyiden iyiye aklımı başıma getirdi. Boğazımdaki tahrişin dışında hala moralim çok bozuk, öncelikle kendimi ciddiye almadığım ve belki de bu yüzden çevremdeki “bazı” kişilerin anlamsız tepkilerine maruz kaldığım için.
Ne “kılçık” olaymış yaaa…
Subscribe to:
Posts (Atom)